Site menu |
|
|
google |
|
|
Haberler |
|
|
|
Inseperable (ayrılmaz) Phrasal Verbs Transitive (Geçişli)
Aşağıdaki phrasal verbs ‘ ler ile asıl eylem cümlede birlikte yer aldığı edatlardan (veya diğer kısımlardan) ayrılamaz :"Who will look after my estate when I'm gone" "Ben yokken evime kim bakacak?" |
Fiil |
Anlam |
Örnek |
call on |
Ezbere okumak |
The teacher called on students in the back row. <!--[if !supportLineBreakNewLine]-->(Öğretmen arka sıradaki öğrencilerin isimlerini ezbere söyledi.) <!--[endif]--> |
call on (2) |
Ziyaret etmek |
The old minister continued to call on his sick parishioners. “Eski başkan, hasta kilise cemiyeti üyelerini ziyaret etmeye devam etti.” |
get over |
Bir hastalığı atlatmak veya bir hayal kırıklığının üstesinden gelmek |
I got over the flu, but I don't know if I'll ever get over my broken heart. “Nezleyi atlattım ama kırılan kalbimi onarabilecek miyim, hiç bilmiyorum.” |
go over |
Yeniden incelemek, gözden geçirmek |
The students went over the material before the exam. They should have gone over it twice. “Öğrenciler sınavdan önce konuları tekrar gözden geçirdiler. İki kez bakmalıydılar..” |
go through |
tüketmek |
They country went through most of its coal reserves in one year. Did he go through all his money already? “Ülkeleri, bir yıl içinde en çok, kömür rezervlerini tüketti. Bütün parasını şimdiden harcadı mı?” |
look after |
İlgilenmek, bakmak |
My mother promised to look after my dog while I was gone. “Annem ben yokken köpeğime bakacağına söz verdi.” |
look into |
Araştırmak, incelemek |
The police will look into the possibilities of embezzlement. “Polis zimmete para geçirme olasılıklarını araştıracak.” |
run across |
rastlamak |
I ran across my old roommate at the college reunion. “Eski oda arkadaşımla kolej yemeğinde karşılaştım.” |
run into |
Karşılaşmak, rast gelmek |
Carlos ran into his English professor in the hallway. “Carlos İngilizce profesörüyle koridorda karşılaştı.” |
take after |
benzemek |
My second son seems to take after his mother. “Ortanca oğlum annesine benziyor.” |
wait on |
Servis yapmak |
It seemed strange to see my old boss wait on tables. “Eski patronumu masalara servis yaparken görmek çok tuhaftı.” |
Üç Kelimeden Oluşan Phrasal Verbs (Geçişli)
Aşağıdaki phrasal verbs ‘ ler de üç kısım göreceksiniz : "My brother dropped out of school before he could graduate." “ Erkek kardeşim mezun olamadan okulu bıraktı.” |
Fiil |
Anlam |
Örnek |
break in on |
Bir sohbeti bölmek |
I was talking to Mom on the phone when the operator broke in on our call.
“Operatör konuşmamızı kestiği zaman telefonda annemle konuşuyordum.” |
catch up with |
Yakın olmak |
After our month-long trip, it was time to catch up with the neighbors and the news around town. “Aylar süren yolculuğumuzdan sonra, komşulara ve kasaba çevresine yakın olup onlardan haber almanın vakti gelmişti.” |
check up on |
İncelemek, kontrol etmek |
The boys promised to check up on the condition of the summer house from time to time. “Çocuklar yazlığa zaman, zaman bakmak için söz verdiler.” |
come up with |
Bağışta bulunmak |
After years of giving nothing, the old parishioner was able to come up with a thousand-dollar donation. “Eski kilise cemiyeti üyesi bin dolarlık bir bağış yaptı. Yıllardır hiçbir bağışta bulunmamıştı.” |
cut down on |
Kesmek, azaltmak |
We tried to cut down on the money we were spending on entertainment. “Eğlenceye harcadığımız parayı azaltmaya çalıştık.” |
drop out of |
Sınıfta kalmak |
I hope none of my students drop out of school this semester. “Umarım öğrencilerimin hiç biri bu sömestr sınıfta kalmaz.” |
get along with |
İyi anlaşmak |
I found it very hard to get along with my brother when we were young. “Erkek kardeşimle anlaşmak, küçükken daha zordu.” |
get away with |
Bir işten sıyrılmak |
Janik cheated on the exam and then tried to get away with it. “Janik sınavda kopya çektiği halde bu işten sıyrılmaya çalıştı.” |
get rid of |
kurtulmak |
The citizens tried to get rid of their corrupt mayor in the recent election. “Vatandaşlar son seçimlerde fırsatçı belediye başkanından kurtulmaya çalıştı.” |
get through with |
bitirmek |
When will you ever get through with that program? “Bu programı ne zaman bitiriceksin?” |
keep up with |
Geri kalmamak |
It's hard to keep up with the Joneses when you lose your job! |
look forward to |
Dört gözle beklemek |
I always look forward to the beginning of a new semester. “Yeni sömestrin başlamasını her zaman dört gözle beklerim.” |
look down on |
Hor görmek, küçümsemek |
It's typical of a jingoistic country that the citizens look down on their geographical neighbors. Komşularını, tipik ırkçı ülke vatandaşları küçümserler. |
look in on |
Birini ziyaret etmek |
We were going to look in on my brother-in-law, but he wasn't home. “Kayınbiraderimi ziyaret edecektik ama evde yoktu.” |
look out for |
Önce davranmak, tahmin etmek |
Good instructors will look out for early signs of failure in their students “İyi eğitimciler öğrencilerinin yapacakları hataları önceden görürler.” |
look up to |
Saygı göstermek |
First-graders really look up to their teachers. “Eski nesil, öğretmenlerine gerçekten saygı gösterirler.” |
make sure of |
Doğrulamak, emin olmak |
Make sure of the student's identity before you let him into the classroom. “Öğrencilerinizi sınıfa almadan önce, kimliklerinin doğru olduğundan emin olun.” |
put up with |
Hoşgörü göstermek |
The teacher had to put up with a great deal of nonsense from the new students. “Öğretmen yeni öğrencilerin bütün saçmalıklarını hoş görmek zorunda kaldı.” |
run out of |
tükenmek |
The runners ran out of energy before the end of the race. “Koşucuların dirençleri, yarışın sonuna gelmeden tükenmişti.” |
take care of |
İlgilenmek, sorumlu olmak |
My oldest sister took care of us younger children after Mom died. “Ablam, annem öldükten sonra bize, daha küçük çocuklara baktı.” |
talk back to |
Kaba bir şekilde cevap vermek |
The star player talked back to the coach and was thrown off the team. |
think back on |
Yad etmek, anmak |
I often think back on my childhood with great pleasure. “Çocukluğumu sık, sık büyük bir mutlulukla anarım.” |
walk out on |
Terk etmek, başından atmak |
Her husband walked out on her and their three children. “Kocası onu ve üç çocuğunu terketti.” |
Intransitive (Geçişsiz) Phrasal Verbs
Aşağıdaki phrasal verbs ‘ ler nesne almazlar. "Once you leave home, you can never really go back again." “Evden bir kez ayrılırsan, bir daha asla geri dönemezsin.” |
Fiil |
Anlam |
Örnek |
break down |
bozulmak |
That old Jeep had a tendency to break down just when I needed it the most. “Eski cipim, ona en ihtiyacım olduğu zamanda bozuldu.” |
catch on |
tutmak |
Popular songs seem to catch on in California first and then spread eastward. “Popüler şarkılar önce California da tutar daha sonra doğuya doğru yayılır.” |
come back |
Geri dönmek |
Father promised that we would never come back to this horrible place. “Babam, bu berbat yere bir daha dönmeyeceğimize söz verdi.” |
come in |
girmek |
They tried to come in through the back door, but it was locked. “Arka kapıdan girmeyi denediler ama kapı kilitliydi.” |
come to |
Şuuru yerine gelmek |
He was hit on the head very hard, but after several minutes, he started to come to again. “Kafasını çok kötü çarptı ama birkaç dakika sonra bilinci yerine gelmeye başladı.” |
come over |
Ziyaret etmek |
The children promised to come over, but they never do. “Çocuklar ziyaret edeceklerine söz verdiler ama hiç gelmiyorlar.” |
drop by |
Habersiz ziyaret etmek |
We used to just drop by, but they were never home, so we stopped doing that. “Eskiden habersiz uğrardık ama onları hiç evde bulamazdık bu yüzden artık gitmiyoruz.” |
eat out |
Yemek için dışarıya çıkmak |
When we visited Paris, we loved eating out in the sidewalk cafes. “Paris’e gittiğimizde kaldırım kafelerinde yemek yemeye bayılırdık.” |
get by |
Hayatını sürdürmek |
Uncle Heine didn't have much money, but he always seemed to get by without borrowing money from relatives.
“Heine amcanın çok fazla parası yoktu ama o, akrabalarından borç almadan da her zaman hayatını sürdürürdü.” |
get up |
kalkmak |
Grandmother tried to get up, but the couch was too low, and she couldn't make it on her own. "Büyükannem ayağa kalkmaya çalıştı ama kanepe çok alçak olduğu için kendi başına kalkamadı." |
go back |
Geri dönmek |
It's hard to imagine that we will ever go back to Lithuania. “Litvanya’ya bir daha geri dönemeyeceğimizi düşünmek çok zor.” |
go on |
Devam etmek |
He would finish one Dickens novel and then just go on to the next. “Dickens romanının birini bitirir, hemen bir sonrakine devam ederdi.” |
go on (2) |
Olmak, meydana gelmek |
The cops heard all the noise and stopped to see what was going on.
“Polisler bütün gürültüyü duydu ve neler olduğuna bakmak için durdu.” |
grow up |
büyümek |
Charles grew up to be a lot like his father. “Charles tıpkı babası gibi olmak için büyüdü.” |
keep away |
Uzak durmak |
The judge warned the stalker to keep away from his victim's home. “Yargıç, suçluyu kurbanın evinden uzak durması için ikaz etti.” |
keep on (with gerund) |
Devam etmek |
He tried to keep on singing long after his voice was ruined.
“Sesini iyice kaybetmeye başladıktan sonra bile şarkı söylemeye devam etmeye çalıştı.” |
pass out |
bayılmak |
He had drunk too much; he passed out on the sidewalk outside the bar.
“Öyle çok içmişti ki barın önündeki kaldırıma düşüp bayıldı.” |
show off |
Gösteriş yapmak |
Whenever he sat down at the piano, we knew he was going to show off. “Piyanonun başına ne zaman otursa, gösteriş yapacağını bilirdik.” |
show up |
Varmak, ortaya çıkmak |
Day after day, Efrain showed up for class twenty minutes late. (Efrain ardı ardına derse yirmi dakika geç kalıyordu.) |
wake up |
Uyanmak |
I woke up when the rooster crowed. “Horoz öttüğünde uyandım.” |
|
|
Sitede Ara |
|
|
|